İstanbul’da Filmekimi zamanı

Ekim ayını çok seviyorum. Sonbahar çocuğu olarak Ekim ayı, bana hem yeni başlangıçları, hem şehirde yeni temiz bir sayfa açıp düzen kurmayı, hem de hayatı hissetmeyi hatırlatıyor. Ekim ayının en güzel aktivitelerinden beri benim için Filmekimi. Ortaokul ve lise zamanlarımdan beri Beyoğlu’nda vakit geçirmek, kültürel aktiviteleri takip etmek bir mutluluk.

Her sene olduğu gibi festival takvimi açıldığında ilk iş İtalyanca filmlere baktım. Biletler henüz satışa çıkmadan ilgimi çekenleri not edip belirledim. Festival filmlerinde hiçbir zaman “Aman ne güldük, eğlendik” diye çıkmıyorsun ama yaşadığın yoğun hissiyatlar, başka hiçbir şeye benzemiyor. Bu tadı başka bir yerde almak mümkün değil. Kimi zaman rahatsız oluyorsun, kimi zaman için sıkılıyor, kimi zaman sıcacık oluyorsun. Bu sene çok karamsar, savaşlı filmler seçmemeye karar verdim.

Uzun lafın biletlerin satışa çıkacağı gün ve saatte bilgisayarımın başında hazır olup şu filmlere biletimi aldım. Her zaman en az 2 bilet alıyorum. Kim eşlik eder düşünmeden. Eşim sanatsal filmlere homurdanarak katılım gösterdiğinden, genellikle İtalyanca bilen lise arkadaşlarımla sinemaya gitmek daha iyi olabiliyor. Ezgi ile de çok zevk alarak izliyoruz. Bu sene malesef aksiliklerin olduğu bir yıl oldu ve 4 filmden sadece 2’sini gidebildim.

İlk izlediğim Parthenope, Türkçe çevirisiyle Su Perisi. Bu yaz Capri taraflarına gitmişken, Amalfi, Napoli ve Capri’de çekilmiş olan bu filmi izlemek ayrı güzeldi. Konunun dışında doğal güzellikler, manzaralar tarfisizdi. Çoğu sahnenin önünde resmimiz olması zaman zaman ağır tempoda geçen uzun filmden daha az kopmamızı sağladı. Baş kahramanın etkileyici güzelliği, Capri manzaralarıyla yarışır cinstendi. Napoli’nin çok çeşitli yüzleri, garip adetleri, aile olmak, hasta evlat, intihar, güzelliğin başa bela olması, ünlü olmanın bedelleri, çok fazla konu işlenmişti. Napoli şehrinin çeşitliliği gibi. İstanbul da çok benzer diye düşündük. Zaman zaman koptuğum olsa da sinemadan çıkarken çok yoğun duygular vardı içimde.

2. gittiğim film Diva Futura oldu. Daha eğlenceli ama bir o kadar da dokunaklı olan filmde beni en çok etkileyen oyuncu daha sonra araştırdığımda adının Denise Capezza olduğunu öğrendiğim kişi oldu. Film bitip de eve döndüğümde Moana’yı oynayan kişi kimdir diye araştırınca tesadüf o an İstanbul’da olduğunu gördüm. Ünlülere yazmak adetim değildir ama herhalde filmin verdiği yoğun duyguların etkisinde, bir de tesadüf İstanbul’da olmasının şaşkınlığından cesaret alıp kendisine kısa bir tebrik mesajı yazdım. Hemen cevap yazdı. Bu filmi çok önemsediğini söyledi. Ve nasıl oldu da Diva Futura’yı izleyebildin? diye sordu. İşte o an henüz hiçbir yerde vizyona girmemiş olan, sadece Venedik Film Festivali’nde gösterilmiş olan bir filmi IKSV’nin ne kadar önemli bir etkinlik olduğunu anlayıp gururlandım Eczacıbaşı ailesi ile. Ülkemize kültürel anlamda katkıları çok büyük. Diva Futura merak eden herkesin izleyebileceği eğlenceli, bana göre çok dokunaklı bir film. Hayat da bu galiba, hissettiklerin.

Vermiglio filmini o gün kızımın okulunun tatil olması nedeniyle kaçırdım. Bir Salyangoz’un Maceraları animasyon filmine de ailecek gitmeye heves etmiş 3 bilet almıştım. Cumartesi günü kalabalık Beyoğlu sokaklarında zaman geçirip Atlas Sineması’nın kapısına geldiğimizde hevesimiz kursağımızda kaldı. Henüz kültür bakanlığı yaş sınırı belirlemediğinden çocukların izlemesinin uygun olmayacağını söylediler. Hem üzücü hem de cinsel içerik dolayısıyla sakıncalı olabilir dediler. O gün biletsiz sırada bekleyen 3 kişinin şanslı günüymüş, ne diyeyim!

Parthenope ve Diva Futura aklımda, kalbimde yer etti. Her ikisiyle ilgili daha çok yazarım ama şimdilik bu kadarla sınırlıyorum. Bakalım Ekim ayı bizi başka neler bekler?